Denildiğine göre 2. Dünya Savaşı'nda (ya da paylaşımda) utkunun kazanılmasında "sense of humour" faktörü; yani psikolojik savaşın bir yönü daha etkilidir. İngilizce konuşan halkların "sense of humour" dedikleri şeyin bizdeki karşılığı gülmece duyarlılığı , yani mizah anlayışıdır işte.!..
2 Dünya Savaşı örneğinden giriş yaptığım bu haftaki sohbetimin konusunu mizah anlayışı üzerine seçmem, bu amaca oturtmam son anda oldu ve bu amaca kayışımın özel bir nedeni de yok değildi aslında. Çünkü ince bir gülmece duyralılığına vakıf bir yazın anlayışını alttan alta her konuda güttüğüm için bunu ayrıca ele almam gerekirdi. (Önceki A.Vefik konusu belki de bir istisna oldu biçem yönünden) Sözünü ettiğim gibi esasında 2. Dünya savaşı konusuna değgin hüzünlü bir yazı
yazmaya hazırlanırken bir görüntü fikrimi ve seyrimi kendiliğinden değiştirdi. O da Hitler ile Churchil'in tezat arz eden iki fotoğrafı.
2. Dünya Savaşı günlerine ait gazetelerine bakarsanız "sense of humour" faktörünü sezersiniz.
O günlerin Hürriyet gazetelerinden birinde Hitler'in o gülme özürlüsü asık suratı ile Churchil'in gülümseyen yüzü ve bu iki çehrenin aynı sayfada yan yana oluşunun insanın sempatik sinir sisteminde neden olduğu o espri faktörü , gülmece duyarlılığı olan insanlarda alabildiğine geniştir.Öylesine geniştir ki hüznü mizahla işlettirir. Çünkü kişilikleri ne olursa olsun Churchil'in gülümseyen o yüzü , Hitler'in yanardağdan fırlamış o lav kayası gibi kızgın suratını yenmiştir!
Konu tabii bu değil. Konu gülmece duyarlılığı. Çünkü gülmece duyarlılığına sahip olmayan insanlarla normal ciddi ilişkiler de sürdürülemiyor. Bu insanlara laf anlatamazsınız, zaten onlar da sizi anlamak için bir gayret içerisinde değillerdir. Sizin amacınızdan ziyade onların anlama şekilleri öndedir.Kısacası gülmeyi bilmeyenler ciddiyetten ve samimiyetten, hatta hüzünden bile anlayamazlar.
Bakınız ben şimdi size bir soru soracağım ve cevabını istemeyeceğim. Çünkü cevabını yazacağım ve zaten sorunun cevabı aslında gülmece duyarlığı kavramının ne olduğunun "örnekli" cevabıdır.
Sorunun cevabına yönelik,
" e ne var bunda?" ,
"eee gerisi?"
"bir şey anladıysam arab olayım"
veya
"ne alaka?"
türünden yaklaşımları olacak kişilere bir yorumum olamaz benim. Yazımın ondan sonrasını okumalarına da gerek olup olmadığı yine onların takdiridir...Ama bilmecenin cevabına gülümseyen kişiler olursa onlara da teşekkür ederim. Ancak kahkaha ile gülenleri deruni gönülden kutlar ve onlarla ilişkimi geliştirmeyi cidden isterim.Bunda ciddiyim yani.
BİLMECE ŞUDUR : Bir bukalemun vardır. Bu bukalemunun üç tane yavrusu olur ve üçünden ikisinin adları şöyledir ;
Okalemun
Bukalemun
???
Evet üçüncü bukalemunun adı ne olabilir sizce? Haftaya bırakırdım esasında cevabını ancak bir düşününüz , üçüncü yavrusunun adı ne olabilir sizce?
.....
.....
.....
Eminim bir çoğunuz "Şukalemun" dedi. Oysa bilmecenin cevabı şöyledir :
1. Yavru : Okalemun
2. Yavru : Bukalemun
3. Yavru : Şah Ali Haydar !
Buradaki gülmece unsurunu ben bilimsel olarak anlatmaya çabalasam da aslında gülen bilir. Hiç beklenilmeyecek bir cevabın sempatik sinir sistemini ne yönde etkilemesi o kişideki ahlaki ,
vicdani ve bilişsel "akt"larla ilintili bir durumdur
İşte gülmece duyarlılığı aslında gülmeye sebep aramak değil, fakat gülmeye ancak ve ancak kahkaha gazı püskürtülürcesine katılmak hiç değildir. Şöyle bir çevrenize bakınız , metroda, otobüste , caddede , mağazada , lokantada , pazaryerinde , sinema veya dizi setinde , kafelerde , askeriyede , ve daha nice yerde gülmeyi bilen kaç kişi vardır? Gülmesini bilmek diye bi rşey vardır gerçekten de. Sırıtmak , yılışmak veya ıkınarak gülmek değil , gülmecenin tadına varmaktır gülmesini bilmek.
Bizim lisede Bulgaristan göçmeni sapsarı bıyıklı , saçlı ve kendinden geçmiş yüz ifadeli bir Din Kültürü hocamız Adnan Ayaz vardı. O kadar tebessümsüz , o kadar tepkisizdi ki bırakın artık gülmeyi , Adnan hoca gülmemeyi bile beceremiyordu. Sadece yaşamak dışında öyle davranımsal bir faaliyeti yok gibiydi ve biz onun sanını "et kafa" diye takmıştık.
Biz dediğim aslında başta bendim. O lakabı Aziz Nesin'in öyküsünden esinlenerek takmıştım . Bütün okulun gözünde o bir et kafalıydı ve o kadar tepkisizdi ki okul yıllığında peş peşe iki sene kendi lakabının yazılışına değgin bile açık açık tepki göstermedi ve artık biz ona "et kafalı" lığı çok görüp bu sefer "et motoru" diye ufak bir düzeltme yaptık. İşte bu et kafalılık nedir derseniz , -abartık ta olsa- bir örnek vereyim...
___________________________________________
Birbirini tanımayan iki tren yolcusu bir kompartımandalarmış.Birinin gülmece duyarlılığı var , ötekisin yok...Yani işte öbürü et kafanın biri!Gülmece duyarlılığı olan hoşça vakit geçsin diye
-bi bok yeyip- şu fıkrayı anlatır:
"Büyükada'daki eşekçiler arasında da, eşeği kendisinden , kendisi eşeğinden yaşlı , saf bir adam varmış.Akşam vapurundan çıkanlar bu yaşlı adamın, yaşlı eşeğine binmezlermiş. Para kazanamayan saf eşekçiye, alay olsun diye öbür eşekçiler biraz neft yağı alıp eşeğin ardına sürmesini önermişler. Ardına neft yağı sürülen eşek hızlı koşacakmış.:. Yaşlı ve saf eşekçi de bu öneriyi aynen yerine getirmiş. Vapurdan çıkan bir yolcu nasıl olmuşsa O'nun eşeğine binmiş. Eşekçi eşeğini dürter , sopalar yine yürümeyip cebindeki neft yağından bir parmak eşeğin ardına çalınca , eşek dörtnala koşmaya başlamış. Öyle ki eşekçi eşeğe yetişemiyor ne kadar koşsa da ... Bu kez eşekçi eşeğe yetişmek için cebinden neft yağını çıkarıp kendi arkasına sürmüş. O da bu sefer dört nala başlamış koşmaya. Eşek koşar sahibi koşar...Müşterini evinin önüne gelmişler. Müşteri eşekten inince , eşekçi hayvanının yularını müşterisinin eline verip ,
- Kardeş ben daha hızımı alamadım, ne olur sen şu eşeğin yularından tutuver de ben bir tur daha atıp geleyim..."
(Aziz Nesin'in Marko Paşa'dan sonra 1950'lerde çıkardığı Mahut Paşa dergisinin 1953 Ekim tarihli bir sayısından.../ Beyazıt Devlet Kütüphanesi Arşiv no: O.194 )
Fıkrayı dinleyen yolcu yüzünde hiçbir gülümseme çizgisi bile belirmeden ,
-Eeee sonra?
diye sorunca fıkrayı anlatan yolcu kompartımadan çıkıp,yolculuğu koridorda tek başına geçir.
Aziz Nesin'in mor renklerle örnek verdiğim bu fıkrasına işte öyle herkes gülmeyince ben de böyle bir anlatı kurguladım onun fıkrası üzerinden. İşte gülmecenin inceliğine bir örnek te Rıfat Ilgaz'ın anlatımından verelim ;
Sadi ya da Hafız gibi bir İran şarine maledilen fıkraya göre İran şahı bu ünlü şairden kendisine övgü yazmasını ister ama şair yazmaz. İran Şahı şaire çeşitli baskılar yapar ama şair yazmaz ve Şah şairi bir keçi çobanının olduğu zindana attırır. Günler geçtikçe geçer ve şair zaman geçirmek için şiirleri yüksek sesle söylemeye başlayınca keçi çobanı gözyaşlarını tutamaz. Şair, çobanın şiirinin etkisinde kalıp ağladığını sanarak,
-Neye ağlarsın hey çoban, şiirlerimi çok mu beğendin? diye sorunca Çoban ,
-Ben , der ,şiirden miirden anlamam...
-Öyleyse neye ağlarsın diye sorar şair ,
Çoban,
-Sen, der, şiir söylerken sakalın aşağı yukarı oynayıp duruyor yaa , benim sürümdeki koca tekeyi andırıyorsun da ondan ağlarım...
Şair hücrenin kapısını yumruklarıyla dövüp,-Çıkarın beni buradan şaha istediği methiyeyi (övgü yazısnı) yazacağım diye bağırır...
___________________________________________
Et kafalılıktan bahsederken örnekler de tabii yetmiyor. Mesela Türkiye'de sokakta gezerken kendi kendine gülen insanlara gülenlerin aslında bizzat kendileri benim için bir mizah konusudur çünkü bilmiyorlar ki kendi kendine gülmek aslında "kendi kendine gülmek" değildir. Kendi kendine gülmek için o kadar çok neden vardır ki sırf gülmece duyarlılığına ayırdım bu sohbeti ancak kendi yaşantılarımdan ve tanık olduklarımdan ileriki sohbetlerimde örnekler vereceğim. Mesela bir insana laf anlatamıyorsanız , o insanı kendi niyetinizin onun anladığı gibi değil içinizdeki niyet olduğunu anlatmanıza rağmen eğer o kişi "yoook sen bana bunu demek istedin" diye diretiyorsa işte onlarda gülmece anlayışı yoktur. Gülmece anlayışı olmayanın hemen hemen insani hiç anlayışı da tam yerinde olmaz.
Sokakta gezerken bazen mesela ÇERÇİCİ tipinden arabadan bakarsınız şu ses gelir fondan ,
"Sayın vatandaşlarımızın dikkatine..."
ŞİMDİ BURADA DURUP ARAYA GİRECEĞİM , insan bu seslenişi duyunca sanki devamında ordunun yönetime el koymasını , ya da dalgalı kur , seferberlik , savaş ilanı gibi bir haberin geleceğini bekler ... Oysa bakıyorsunuz şöyle devam ediyor ;
"PVC yöntemini ayağınıza kadar getirdik(!!!)"
Altı üstü bir PVC ile kimlik , fotoğraf , ehliyet ve eski kartları kaplamak için hazırlanmış bu resmi sesten gelen sözleri duyunca mesela ben sokağın ortasında gülerim ,çünkü gülünç bir durumdur.
Gülmece duyarlılığı öyle bir şeydir ki her çağda ve her
koşulda yaşar...
KAYNAKLAR :
Beyazıt Devlet Kütüphanesi Hürriyet Gazetesi 1940'lı yıllar arşivleri,
MahMut Paşa mecmuası arşivleri (yer no O.194)
ELele Dergisi Ekim 1986 (Rıfat Ilgaz yazısı)
İLHAM KAYNAKLARI :
Aziz Nesin'in Sizin Memlekette Eşek Yok mu? adlı kitabı,
Lise okul yıllığım ve lise yıllarına ait güncelerim...
Foto:atesvesu.blogcu.com
A.Mutlu Haner'in diğer yazıları:
VARTONUN ÇIĞLIĞI