ÖMRÜMÜZÜN DURAKLARI
Doğduğumuz yerler; yaşamımızın ilk çiçeklendiği çocukluğu-
muzun, ilk gençlik yıllarımızın geçtiği yerlerdir. Ömrümüzün
ilk duraklarıdır. Köyler, kasabalar, kentlerin varoşlarıdır... Yani
hayata tutunmaya çalıştığımız yerlerdir.
Gün oldu büyüdük. Öğrenmeye çalıştık hayatı. Öğrendik.
Ve ideallerimiz oluştu. Öğrendikçe yaşamı düşündük, anlamaya
çalıştık. Düşündükçe bir kutup yıldızı gibi, yön gösterdi bize
ideallerimiz.
Belkide bir hesaplaşmaydı yaşamla aramızdaki ilişki. Ve
kırılarak öğrendik yaşamı. Her kuşak ödediği bedel sonrasında
yaşamı anladı, tecrübe edindi. Döküldük, kovulduk, yaralandık...
Yaralandıkça kinlendik, bileledik öfkemizi ve içimizdeki fırtınayı.
Kavgayla döşedik hayatın engebeli, zor, ve sarp yollarına.
Yaşamı güzelleştirmek kolay değildi elbette. Bu yolda kırılmak,
dökülmek, vurulmak ve savrulmak vardı. Kırılınca/durulunca
içimizdeki hırçın dalgalar, her şey bitti sanıldı karanlığın
sahiplerince. Oysa hayat devam ediyordu kendi deviniminde.
Zaman durdurula bilinir miydi?
Bitti, kimi şeyler için bir anlam ifade etmiş olsa da, yaşamı
güzelleştirmek isteyenler için komik ötesi bir kelimedir. Hele
karanlığın perdesini yırtmak isteyenler için „bitti“ diye bir şey
olamaz. Bu kadar basit değildir hayatla fit olmak.
Yüreklerindeki o bitmez sevdadır onları ayakta tutan. Bitmez
sevgidir onları hayata bağlayan. Yeryüzünü cennete çevirmek
isteyenler için yaşam, adeta bir tutkudur. Ölümden korkuları
yoktu, o delifişek gençlerin. Çoğunun, tek üzüntüleri güzel
yarınları görmemekti belki de. Onlar hayata tutunmak isteyen-
lerin dili, gözü ve umuduydular. Halkın bahçesine ektikleri
fidanlar, sulanmayınca boy vermediler. Bahçeyi kökten
sökmek istediler, kendini her şeyin sahibi görenler. Oysa
sokağın bir dili, bir gerçeği vardı. O kara kuru gençler bu
sokakların tozunu yutarak öğrenmişlerdi hayatı. Halkın
bahçesini büyütmek, güzelleştirmek çabası içindeydiler. Fidan-
lar eksiliyordu habire, toprak mı çoraktı, yoksa neydi, bilinmedi?
Bir korku kavramı otur(tul)du insanların yüreğine. Bir hayı huy
içinde kabus günleri, fırtınalı günler başlamış oldu. Adına
eylül fırtınası dedikleri...
Çoğu şeyi öğrenmeye vakitleri olmadı o delifişek gençlerin.
Ellerini uzatsalar yakalayacaklarmış gibi, herşey ihtimal dahilin-
deydi. Olmadı, kimi tutuklandı. Payına ölüm düştü kiminin.
Kaçak oldu kimi yollara düştü. Kaçmak, sevdiği yerleri terketmek
bir yol oldu insanlar için. Bir bilinmeze doğru uzanan yollar,
böylece başladı. Bir belirsizlik/siliksizlik aldı başını gitti. Giden-
lerin çoğu dönmedi, kayboldu. Her kayıp bir dostun kaybıydı
aslında. Yürek hanemizdeki sayıları eksildi habire.
Oysa ki o gençler, yaşanılacak güzel bir dünya ve yarınları
yaratmanın uğraşısı içindeydiler. Bir bedenden gelmiş gibi. Bir
anadan doğmuş gibi, kardeş kardeştiler... Haksızlıkların,
zulümlerin olmadığı bir gelecekti tüm düşleri. Düşlerinin maya-
sında özgürlükler vardı. Özgürlükleri için öldüler, öldürüldüler.
Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği yerler, kaderi
ve kederi oluyor insanın çoğu zaman. Anıları, masalları ve
düşleri kalmıştır orada. Ve her 'insan yaşadığı yere benzer'miş
az biraz. Anıları bir gölge gibi peşindedir insanın yeni yerde de.
Düşler küllenmemişse şayet, insan kaderinin ve kederinin
kentiyle buluşur bir gün. Ve bütün buluşmalar bir coşkuya,
sevgiye, güzelliğe vesiledir. Fırtınalı günlerdeki rüzgarın savur-
maya çalıştığı düşlerimizle, masallarımızla, anılarımızla buluş-
mak, belki de güzelliklerin başlangıcı olur. Kim bilir düşler
yeniden kurulur. Sokaklar, kasabalar, varoşlar şenlenir... Ve
unutmayın ki, her şey bir düşle başlar.
VARTONUN ÇIĞLIĞI

Gönderen www.vartositesi.com 15 Haziran 2009 Pazartesi

0 yorum

Yorum Gönder

Subscribe here

[ + ]